7 Şubat 2012 Salı

Tasarım Parfüm Butiği La Deesse


'Türkiye'nin ilk parfüm tasarım butiği La Deesse kendi imzanızı yaratmanız için Nişantaşı'nda kapılarını açtı'. Ben bu haber ilk okuduğumda ki sevincimi anlatamam sevgili okuyucular. Hep yakınırdım neden Türkiye'de niche markaların parfümlerinin satıldığı bir parfüm butiği yok diye. Malum yeni gümrük yasaları yurt dışından alış veriş özgürlüğümüzü yok etmiş, Türkiye'de olmayan birçok markadan mahrum bırakılmıştık. Yurtdışından alış veriş yapsak dahi parfümün gelmesi sorun olabiliyor. İşte bu yüzden önemli benim için bu butik.  




Nedir tasarım parfüm butiği? usta parfümörlerin hiçbir maddi yada fikir kaygısı taşımadan sanatını en rahat  şekilde ortaya koyduğu markaların müşteriyle buluştuğu yerler. Bu markaların kokuları, piyasada mevcut ortalama parfümler sunan markalardan farklıdır ve en kaliteli ham maddeler ile ince bir ustalıkla uzun sürelerde hazırlanmış, özel kokmak isteyen müşterilere hitap itmeyi amaçlamıştır. Genllikle bu sektör Niche (niş) olarak adlandırılır. Fiyatları bir nevi daha pahalıdır ama verdiğiniz her parayı sonuna kadar hak eder. Ayrıca çoğu niche markaların parfümleri herkesin tarzına uygun olmayabiliyor. Bunlara bir çok etken sebep olduğu gibi en büyük nedenini ben yaşam tarzına bağlıyorum. 'Hayatımın kokusu' dediğiniz bir niche parfümü 10 kişiye koklatın 10'uda beğenmeyebiliyor. Bu kötü bir durum mu ? hayır tabi ki. İşte bu noktada seçicilik devreye giriyor ve sizi ayrı bir noktaya koyuyor  .Eğer sizde de herkesin beğendiği, takdir ettiği bir şeyi beğenmeme gibi bir huyunuzu varsa tasarım parfümleri tam sizin için :)


La Deesse'nin açılmasının arkasında etkili olan iki isim var. Bunlardan Ilgım Deliloğlu, Paris'te bulunan dünyaca ünlü parfüm okulu olan ISIPCA'da eğitim görmüş bir parfümör. Bir diğer isim, hayatı boyunca sıradışı bir marka yaratmanın hayalini kuran makine mühendisi Birgül Ulucan Öztürk. 

Butiğin bünyesinde ise birçok marka mevcut. Bunlar; tasarımlarını hep beğendiğim ve parfüm dünyasında dahi olarak anılan master parfümör Maison Francis Kurkdjian'nın kendi adı altında kurduğu markası ( yurtdışın da parfümlerinin inanılmaz hayranları var ), özel ve iddalı kokuları ile bilinen Robert Piguet, birçok Hollywood yıldızının vazgeçemediği Miller Harris, Keiko Mecheri , Ormonde Jayne, Acca kappa gibi lüks markalar mevcut.

      
Ayrıca La deesse'in wokshoplarına katılıp kendi parfümünüzü yaratma şansını yakalayabilirsiniz. Bu oldukça iştah kabartıcı değil mi? La Deesse hakkında geniş bir bilgiye ulaşmak için ise oldukça şık internet sitesini göz gezdirmenizi öneririm.                                                                            

5 Şubat 2012 Pazar

Guerlain ve Jicky



Öncelikle sevgili parfümör Vedat OZAN'a ricamı kırmayarak değerli bir yazısını blogumdan esirgemediği için sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.


 Bütün Guerlain parfümleri içinde neden en önemlisi Jicky? Çünkü Jicky kendinden sonrakilere örnek oluşturacak bir takım unsurlar içeriyor. Aslında sadece Jicky değil, Fransız parfüm endüstrisinin duayeni olan Guerlain’in tarihi de böyle pek çok ilk içeriyor ve biz bugün bunları fark etmeden yaşıyoruz. Kokladığımız bir kokuyu hiç koklamamış varsaymak zor kendimizi. Aynı hiç görmediğimiz bir rengi ilk kez görmek, duymadığımız bir sesi ilk kez duyduğumuzu varsaymak ne kadar zorsa. Çünkü bunlar karşımıza çıkana kadar biz varolan her şeyi bildiğimizi sanıyoruz ve karşılaşınca da şaşırıyoruz “Daha neler varmış?” diye. İşte, insanlara zamanında böyle duygular yaşatmış olmasından dolayı, Jicky önemli. Çünkü Jicky, alkollü parfümler içindeki devrimlerin en önde gelenisimlerinden biri.


Hikâye, Pierre François Pascal Guerlain ile başlıyor. Sanatçı ama aksi ve anlayışsız bir babanın oğlu iPierre François Pascal. Babasının hışmından ve kötü muamelesinden kaçarak genç yaşında Londra’ya yerleşiyor. Bir sabuncunun yanında çalışmaya başlıyor ve böylece kokular ve yağlarla ilk tanışması gerçekleşiyor. Sabuncunun tezgâhında “alaylı” bir kimyager olarak yetişiyor ve Paris’e dönerek, Rue de Rivoli’de küçük bir dükkan açıyor. İsminin altında “parfümcü ve sirkeci” yazıyor tabelada bu dönemde. Biliyorsunuz parfümörler ilk başta ya sirke (neden sirke ? çünkü içinde otlar ve aroma bitkileri var) ya da eldivencilik (neden eldiven ? çünkü eldivenlerde kullanılan derinin tabaklanması sırasında ortaya çıkan ürik asit kokusunu maskelemek için kokulu yağlar emdiriliyor eldiven astarlarına) zanaatlarıyla birlikte anılırdı. Rue de Rivoli’deki dükkan, iş hayatına atılıp bileğine meslek bileziğini taktığı İngiltere’de üretilmiş sabunları ithal edip satmak üzere kurulmuş bir dükkan. Tabi, her dönemde “ithal ürün ulaşılması zor > pahalı > lüks” anlamını taşıdığı için, Guerlain’in müşterileri de dönemin kaymak tabakasından ve saraylı kişilerden oluşuyor. Bu adres tesadüfi olarak seçilmemiş zira dükkan Hotel Meurice’in giriş katında yer alıyor ve otelin müşterilerinin büyük bölümü de İngiliz. Neden? Çünkü zamanın seyahat rehberlerinde Hotel Meurice’den “Paris’te kalınabilecek ve bir İngiliz centilmenin ihtiyaçlarına adapte edilmiş en uygun mekan” diye bahsediliyor.

Bu müşterisi hazır dükkânda sadece İngiltere’de üretilmiş ürünlerin satışı genç Guerlain’i uzun süre oyalamıyor ve kendi de bir şeyler yapmaya başlıyor ufak ufak. Herkesin mutabık olduğu bir gerçek var, o da o dönemde bile Guerlain’ın kullandığı malzeme için yüksek fiyat ödemekten asla kaçınmadığı.  Place de L’Etoile’de bir stüdyo kiralıyor ve burada kremler, losyonlar, yağlar hatta renkli tırnak cilası gibi kozmetik ürünler üretmeye başlıyor. Kısa sürede bu ürün yelpazesine parfümler de katılmaya başlıyor. Ve parfümler bu ürün katalogu içinde yer almaya başladıkları andan itibaren de önceliği ele geçiriyorlar Guerlain geleneğinde.

Dükkân sahibi olmanın ve dükkanda sürekli bulunmanın getirdiği bir büyük avantaj vardır iş sahiplerine. Her an müşteriyle direk temas ederek sürekli bir pazar araştırması içinde hissedersiniz kendinizi ve sürekli nabız yoklarsınız. Bu avantajdan yararlanarak müşterinin ne istediğinin müşteriden önce farkına varan Guerlain, ilk dönem ürettiği basit kolonyalarda bile farklı aromatik bitkiler kullanarak kendince bir imza yaratmaya çalışıyor. Bu farklılık arayışı, elbette müşteri tarafından ödüllendiriliyor ve mesela Honoré de Balzac César Birotteau’yu yazarken Guerlain tarafından kendi için özel üretilmiş ısmarlama bir parfümü kullanıyor.

Bu ve benzer özel üretimlerle ünlenmeye başlayan ismi ile beraber işleri de büyümeye başlıyor ve 1840 yılında Rue de la Paix’ye taşıyor dükkânını. Yeni dükkanın yer aldığı Rue de la Paix de, halen bir ucunda Place Vendome ile başlayan en ünlü ve prestijli alışveriş caddelerinden birisi Paris’in. İlginç bir örnek olması için söyleyeyim, Monopol oyununun Fransız versiyonunda en pahalı cadde burasıdır. Guerlain bu dükkana taşındığında müşterileri arasında Belçika Kraliçesi, Galler Prensi gibi ünlü jet-set isimler var ve bunlara yetişebilmek için Colombes’da bir fabrika kuruyor kendisine.

Gerek kokulardaki farklılık, gerek kullanılan malzemedeki yüksek kalite, gerekse müşteri portföyünün seviyesi, kısa sürede en moda ve en pahalı parfümcü haline getiriyor onu ve 1853 yılında Napolyon’un karısı Fransa İmparatoriçesi Eugeine için özel bir sipariş alıyor. Bu siparişin vücut bulduğu parfüm, yani eau de cologne Imperiale ; hem taze, hem feminen kokusu ile imparatoriçenin beğenisini kazanıyor ve Guerlain “Majestelerinin Resmi Parfümcüsü” unvanını alıyor. Bu başarıyla beraber ismi tamamen uluslararası hale geliyor ve müşterileri arasına İngiltere Kraliçesi Victoria ve İspanya Kraliçesi Isabella da katılıyorlar.


1864’te Pierre François Pascal Guerlain hayata gözlerini yumuyor ve oğulları Aime ile Gabriel işi devralıyor. Ailenin satış ve muhasebe işlerine Gabriel, parfüm tasarlama işine de Aime bakmaya başlıyor. Aime, 1899 yılında Jicky’yi tasarlayarak satışa sunuyor ve bundan sonra da parfüm dünyasında hiçbir şey artık eskisi gibi olmuyor.

Koku dünyasına sunulan ilk sentetik molekül olan coumarin, tonka fasulyesinden izole edilmiş yeni ve değişik bir baz nota. İlk kullanıldığı parfüm de, Paul Parquet’in Houbigant parfümevi için yaptığı Fougére Royale isimli parfümü. Coumarin’den sonra (ve Jicky’den birkaç yıl önce), koku dünyası bir yeni izole molekülle daha tanışıyor. Vanilin: Vanilin sayesinde parfümlerde daha güçlü ve kalıcı (ve daha ekonomik) vanilya kokusunu elde etmek mümkün. Jicky’i önemli kılan da işte bu laboratuar dünyasının iki yeni ürününü doğal esans yağları ile buluşturarak o zamana kadar üretilen parfümlerin havası ve yönünü tamamen değiştirmiş olması.

Daha önceki parfümler genelde tekil çiçek kokuları veya birden fazla çiçeğin bir araya geldiği “buket” kokularken, gerek öncülü Fougére Royale, gerekse Jicky, çiçeklerin dışında bir dünyanın kapısını açıyor ve onlarla birlikte artık çok yönlü kokular başlıyor. Artık doğayı taklit etmeye çalışmanın yerini soyut koku kavramları almaya başlıyor kısaca. Altını çizerek tekrar ediyorum: doğayı taklit etmeye çalışan kokuların yerini artık soyut kavramlı fantezi parfümler almaya başlıyor ve Jicky’nin en büyük önemi de bunun yaygınlaşmasını sağlayacak kadar güçlü ve hoş bir koku olarak algılanması döneminde.

 Jicky, temel olarak Coumarin ve Vanilin’in yanı sıra yoğun olarak limon ve bergamot, ayrıca gül ağacı (Bois de Rose) , civet, lavanta, biberiye, gül, yasemin, ıtır (Geranium) gibi içerik maddelerinden oluşuyor. Yani bilindik doğal esans yağlarına eklenmiş güçlü iki yeni aroma kimyasalı ile o zamana kadar duyulmamış bir koku olarak ortaya çıkıyor. Tarihsel öneme sahip bir parfümü değerlendirirken günün koşulları ile beraber değerlendirmek gerek. Bugün gidip Jicky koklasanız, belki üretildiği dönemden beri piyasaya çıkan binlerce taklit ve benzerinden dolayı size hiç farklı gelmeyebilir, ancak. o dönem için yoktan var olmuş şaşırtıcı bir koku diyebiliriz.

İlk çıktığında o kadar şaşırtıcı geliyor ki Jicky, hanımlar çekiniyorlar ve cesaret edemiyorlar önce bu kokuyu kullanmaya.  Biraz bundan, biraz da ilk şişesinin kobaltımsı mavi renginden olsa gerek beyler daha çok rağbet ediyorlar. 19. yüzyılın çiçek kokuları veya kolonyalarından 20. yüzyılın çok yönlü kavramsal kokularına geçmek kolay olmasa gerek. İlk çıkışta erkek kokusu olarak algılanmasında belki kokuyu yaratan Aime’nin ağabeyi Gabriel’in tatlı çiçek kokularından fazla hoşlanmaması ve bu kokuyu kendine uygun bularak hem kendi kullanması hem de daha erkek kokusu gibi pazarlaması da sebep olmuş olabilir. Ama bu çok sürmüyor ve hanımlar sonunda Jicky’i Jicky yapan kavramsal yeniliği hazmettiklerinde, değişmez bir şekilde feminen bir kimlik kazanıyor parfüm.

 “Jicky” isminin nereden geldiği konusunda muhtelif rivayetler var. Kimilerine göre bu Aimé’nin Londra’dayken âşık olup bir araya gelemediği bir İngiliz hanımın ismi konuluyor parfüme. Aşık olduğu bu hanımla, Jicky (veya Jacqueline’le) hayatını birleştirmek istemiş, ancak ailenin muhalefeti yüzünden bunu gerçekleştirememiş. Kimlerine göre ise de Jicky, Aimé’nin yeğeni Jacques Guerlain’in kısaltılmış adıdır ve Aime parfüme ismini vererek sevgili yeğenini onurlandırmak istemiştir. Bilginiz için; “Resmi Guerlain yorumu”, ismin yeğenden kaynaklandığı yolunda, ancak bu İngiliz kız söylentisi de oldukça yaygın.

Jicky şişesi, o zaman çoğu parfüm evinin yaptığı gibi ilaç şişesine veya kavanozuna benzer bir şişe. Babalarının dükkanındaki ilaç kavanozlarına gönderme yapan bu ilk şişenin tasarımını  Gabriel Guerlain yapmış ve Baccarat tarafında hafifçe rötuşlanmıştır. Kapak ilginçtir, çünkü bir şampanya şişesi mantarı gibidir. 1947’den başlayarak zaman içinde maliyet endişesi ile bu şişe terkedilmiştir, diğer pek çok sanat harikası şişe gibi ve bu şişeyi eğer çok şansınız varsa ya inanılmaz yüksek bir bedel ödeyerek antikacılardan edinebilirsiniz, ya da parfüm şişeleri kitaplarından bakabilirsiniz.

Önemli bir not vereyim, Guerlain’in eski parfümlerinin çoğunda olduğu gibi Jicky’de de koku formülleri konsantrasyonlara göre değişir. Yani parfüm formu daha aromatiktir, daha az narenciyelidir ama eau de toilette formu parfüme göre sadece yoğunluk değil, kokusal farklılıklar da gösterir. Bunları kelimelerle tarif etmek kolay değil, ama parfümün eau de toilette’den daha karakteristik olduğunu ve her zaman daha fazla beğenildiğini söylemeliyim.


Konuyu kapamadan önce Jicky kullanan bazı ünlüve efsanevi isimler de vereyim, ”aman dedikodumuz da eksik kalmış” demeyin: Anita Ekberg, Brigitte Bardot, Peter Sellers, Sarah Bernard, Jane Birkin, Roger Moore, Sean Connery, Jackie Kennedy, Karl Lagerfeld Jicky kullanan isimlerden bazıları. Listeye baktığınızda fark edeceksiniz ki Jicky yakın zamana kadar uniseks bir parfüm karakteri çizmiş, zira kullanıcıları arasında Sean Connery veya Roger Moore gibi oldukça maço imajlı ünlüler de var. 

Vedat OZAN


BU YAZININ TÜM HAKLARI VEDAT OZAN'A AİTTİR.

3 Şubat 2012 Cuma

Robert Piguet Bandit





Notalar:Aldehitler, narenciye, pelin otu, gardenya, bergamot, ylang ylang, neroli, kasnı otu sakızı, gül, yasemin, menekşe, karanfil, hindistan cevizi, mür, misk, amber, civet, vetiver, meşe yosunu, paçuli, deri

 Bandit öncelikle benim ilk denediğim Robert Piguet olma özelliği taşıyor. Aslında markanın en çok sevilen ve tartışlan kokusu olan Fraca'yı da çok merak ediyorum ama içeriği yüzünden sıradışı Bandit bende öyle bir merak uyandırdı ki Fraca'yı birden ikinci plana atıverdim. Ama Tuberose ( sümbülteber ) parfümlerini keşfetme isteğim her geçen gün arttığı için de Fraca'yı  en yakın zamanda denemek istiyorum.

 Oldum olası deri ile ilgili hiçbir şeyi sevemedim. Hayatım da hiçbir zaman deri bir ceketim, ayakkabım vs. eşyalarım olmadı ki sanırım olmayacakta. Prensip olarak deri giyimine karşı olduğum gibi kokusundan ötürü deri ile ilgili bir şey giyip giyiştiren birinin yanın da 5 dakika durmaya bile tahammülüm yok. Ama ne ilginçtir ki parfümde durumlar değişiyor. Kokladığım her deri parfümünü seviyorum ve bu yüzden denemediğim deri parfümlerine olan merakım gittikçe artıyor. Fikrimce deri notası, içeriğine girdi her parfümü başka bir boyuta taşıyor ve bir gömlek daha üstün kılıyor. Bandit ise deri parfümleri arasında deneyebileceğiniz en uç örnek. Ben hayatım da bu kadar yoğun bir deri parfümü koklamadım. Daha uç örnekler var mı bilmiyorum ama Parfum d'empire 'in denemiş olduğum ve çok sevilen kokusu Cuir Ottomon bile Bandit'in yanın da masum kalıyor. Bir diğer sevilen parfüm Chanel Cuir de Russie' yi denemedim için yorum yapamam.

Bu parfümü denemeden önce de markaya dair aklım da kalan şey ise çiçek kokuları yoğunlukta parfümleri olan bir marka olduğuydu. Ama Bandit'i denedikten sonra bütün fikrim değişti. Beklediğim çiçeksi yoğunluktan öte bambaşka bir parfümdü. Biraz odunsu, fazlaca misk, hayvani notalar ( kulağa komik geliyor : ) ) ve deri deri ve deri. Çiçek notaları kesinlikle ben buradayım demiyor. Gotik bir havası da var Bandit'in ve tende ki kalıcılığı da oldukça uzun.

Bandit bir Germaine Cellier eseri. Sevgili parfümör okuduğum kadarıyla oldukça sıra dışı bir hanımefendiymiş. Yarattığı kokular da bir nevi öyle değil mi ? Bandit'i ise korsanların deniz yolculuklarından esinlenerek yaratmış ve bu sebeple neden bu parfüm raflarda bayana yönelik olarak yer alıyor anlamış değilim. Robert Piguet her yerde bulabileceğiniz bir marka olmadığından eğer bu parfüm sizde merak uyandırmış ise Aramis'in Aramis'ini denemenizi öneririm. Birbirleri ile benzer tarafları olduğunu düşünüyorum ama yine de bir Bandit'in doğallığına ve sıradışılığına eriştiğini düşünmüyorum.